3 Nisan 2010 Cumartesi

Bir de uzaydan bakalım :)


Duş ve dinlenme sonrası Tuğrul, ben, Tristan ve Michael kapkaranlık ve çamurlu Adrasan yollarından sahile çıkmayı başarıyoruz akşam yemeği için. Daha sezon başlamadığından dolayı in cin top oynuyor ortalıkta. Sahilin sonundaki restorana yayılıp bir şeyler yiyince kendimize geliyoruz tabii. Alkol eşliğinde sohbet muhabbet derken, saat gece yarısını buluyor. Yarın ki rota Çıralı, nam-ı diğer Olympos! Bugün yaptığımız yol 23km gibi kısa bir mesafe gibi görünse de, epey yorucuydu. Ekte Google Earth'ten göreceğiniz üzere YEŞİL nokta Karaöz, TURUNCU nokta Gelidonya Feneri, MAVİ nokta ise Adrasan. Yemek sonrası yine gece karanlığında otele dönüp, birbirimize iyi geceler diyerek odalara dağılıyoruz. O kadar yorgunum ki...

Geç olsun, güç olmasın!


Saat 19.30 civarı dik parkurlar sona eriyor ve ince, uzun ve sık ağaçların arasından yürüyerek terkedilmiş ahşap kulübelerin olduğu bi yere varıyoruz. Bundan sonra araç yolu. Allahtan burada küçük bir çeşme var. Biraz su içtikten sonra kendimize geliyoruz ama hava artık bayaa bi karardı ve Ay yüzünü göstermeye başladı. Araba yolundan yavaş yavay yürürken köpek havlama sesleri geliyor. Tuğrul eline 2-3 tane taş alarak kendini sağlama almaya çalışıyor :) Neyse ki köpek yolun solundaki evin bahçesinde ve yola çıkmaya niyeti yok. (ya da bağlı) "Az yolumuz kalmış olmalı!" diye yürürken, karşıdan bir araba geliyor ve bize selektör yapıyor. Biz ne olduğunu anlamadan şoför arabadan çıkıp, "siz Amerikalılar'ın arkadaşı mısınız?" diye soruyor. Meğer Michael bizi merak edip, otel işletmecisi abiyi buraya göndermiş. Hemen çantaları çıkarıp, kendimizi arabaya atıyoruz tabii :) 2 dakka sonra oteldeyiz. Bizimkiler çoktan gelmiş, dinleniyorlar. Hemen odayı tutup, çıkıyoruz. Fiyatını hatırlamıyorum ama makuldü sanırım. Tuğrul duş yaparken ben son nefesini vermek üzere olan ayaklarımı duvara dayayarak yaşatmaya çalışıyorum :)

Adrasan, where are you?




Nihâyet sağımızda sinsi sinsi bizi izleyen ince uzun bozadayı arkamızda bırakıyoruz ama bu sefer de minik bi dağa benzeyen adamız bize selam çakıyor. Parkur hâlâ aynı sertlikte devam ediyor. Yokuşları seviyorum artık çünkü inişler daha acı verici :) İçten içe sızlayan ayaklarıma üzülerek yola devam ederken tam karşımızda Adrasan Koyu beliriyor :D

Molaaa!



Artık molalarımız giderek daha da uzuyor. Daha doğrusu uzatmak için elimden geleni yapıyorum. Tuğrul fiziki yapısı itibariyle benim kadar etkilenmiyor tabii. Sonuçta eleman yıllarını dağlarda geçirmiş, ama ben?! Ayaklarım tabiri caizse ağlıyor!!!

Bir koyun çevresini dolaşmak ne kadar zaman alır?






Evet, saatlerdir yürüyoruz ama Beşadalar hâlâ bize bakıyor :) Sürekli in, tırman, ağaçların üzerinden atla ve ayağının altındaki oynak taşlar bileğini burkmasın diye istim üzerinde yürümeye devam et! Allah'tan yürüyüş sopaları bu tür durumlarda işe yarıyor ama alışmak lazım. Coğrafya gerçekten inanılmaz. Aşağıda ancak tekneyle ulaşılabilecek bir koy var. Beşadalar gerimizde kaldı. Sağımızda bizi izleyen bozada ise sanki orada sabit. Biz ne kadar yürüsekte yeri hiç değişmiyor :) Artık yolla ilgili tüm motivasyonum Adrasan'a ulaşmak değil, bu adayı arkamızda bırakmak :)

15km ama dile kolay...




Gelidonya Feneri'ni tepeden gören noktaya gelene kadar bile iflahım kesildi desem yalan olmaz. Patika o kadar kırıcıydı ki anlatamam. Eğer ayak bilekleriniz yeterince güçlü değilse bir süre sonra gerçekten acı verici olmaya başlıyor çünkü bilek her ne kadar botunuzun konçuyla çevrili olsa bile sürekli burkulma eğilimi taşıyor. Oradaki tüm kas ve lif grupları sürekli her yöne esniyor. Sanırım böyle bir tur öncesi ayak bileklerini iyice çalıştırmak lazım çünkü tüm yük oraya biniyor. Artık küçük de olsa tecrübe sahibi olduğum için tempolu yürüyor ama nefesimi de olabildiğince kontrol etmeye çalışıyorum. Nefes almak için ekstra efor sarfetmeye başladığınızda kanbasıncı da yükseliyor haliyle. Tabii o zaman beyin hafiften zonklamaya başlıyor :) Yol boyunca sürekli nemlendirerek boynuma sardığım poşu benim kurtarıcım oldu diyebilirim. Hem boynunuzu, hem de oradan beyne giden damarlarınızı serin tutuyor. Özellikle sıcak havalarda bu kadar uzun mesafeler yürümeyi planlıyorsanız elzem. Tuğrul'la birlikte kısa kısa molalar vererek yürüyoruz. Yol kırıcı olduğu için tempo yavaş sayılır. Saati 4 yaptığımız için hava kararmadan Adrasan'a gidebilmek için daha hızlı yürümek gerekiyor.

Yola devam...



Saat 3.00 civarı eşyalarımızı toparlayıp, çantamızı sırtladıktan sonra yine kendimizi yokuş yukarı patikaya vurduk. Bakalım Gelidonya Feneri'ni bir daha görmek ne zaman kısmet olacak?